Betty'nin Hayatı

22 Eylül 2010 Çarşamba

Bozcaada ve Çanakkale'de Bambaşka Bir Yaşam

Geçen hafta sonu yakın dostlarımla Bozcaada'ya gittik. İnanılmaz güzel bir hafta sonu geçirdim ve geçirdik. İstanbul'da sıkışıp kalmış olduğumuzu , ekmek parası uğruna aslında bir kere yaşadığımız şu yaşamımızı koşturmaca içinde geçirdiğimizi üzülerek de olsa yeniden anladım . İlk adaya ayak bastığımda bir huzur kapladı içimi . Tablo gibi görünüyordu herşey sakin , dingin ve huzurlu. Sanki stres denen o rezil duygu hiç o ada insanlarına işlememiş gibiydi.
Önce odamıza yerleştik. Harika bir oteldi 9 Oda . Temiz ve huzurlu .Sonra ver elini plajlar. Ayazma Plajına gittik. Aman Tanrım!, o ne deniz. Sanki berrak , tertemiz Erikli suyu. Ben o kadar koy gezdim , kendimce o kadar denize girdim ben böyle bir deniz görmedim. Yalnız herkesin bildiği gibi inanılmaz soğuk . Hani denizin içinde böbreğinizi alsalar yemin ederim hissetmezsiniz. Ama o buz gibi deniz sizi denize girmekten çekindirmiyor. Titreye titreye girdim ama yok üşümeyi düşünmedim ve inanılmaz keyif aldım . Sonra voleybol oynadık plajda. Eski dostlarla bir arada olmak ve top oynamak bir hoşuma gittiki sormayın.Çocuklar gibi şendik adeta :). İnanılmaz keyif aldık. Bir de tam Ayazma Plajı'nın orda bir restorant var . Yemekleri harika yani çok özel birşey yok ama yine de güzel . Yalnız orada sanırım restoran şefi bir adam var ki sırf onu görmek için bile gidilir adaya . Hani siz diyin Selçuk Erdem ben diyim Yiğit Özgür karakteri . Kesinlikle abartmıyorum şaka gibi bir adam . Tabi 7/24 call-center edasıyla sürekli denize bakmaktan olsa gerek deniz anası gibi olmuş adam . Şeffaf , huzurlu , komik ve bir o kadar bilmiş .
Neyse akşama doğru tabi ki Bozcaada'nın vazgeçilmezi olan Rüzgar Güllerinin oraya güneşin batışını izlemeye gittik. Dedik iki şişe de şarap alalım .Yalnız asiliz ya plastik bardaktan ya da şişe den içmeyiz dedik illa kadeh olacak . Kaldığımız otelden ödünç kadeh aldık , bir güzel sardık sarmaladık yola koyulduk güneşin batışını izlemeye. Ben böyle bir manzara görmedim. Şeytan Sofrası'nında meşhurdur ya yok bu bambaşka birşey. Bir an öldüm de cennetteyim sandım sonra düşündüm ki e arkadaşlarımla aynı an da ölmüş olamam dedim, gerçeğe aydım . Neyse koyduk kadehlere şarapları , yaktım efkarlı efkarlı sigaramı daldım güneşin batışına . Aklımdan neler geçti neler ama Allahtan kimse anlamadı , aramızda kalsın ama kimse de tahmin edemez ya da yalnış tahmin eder ama Adı Bende Saklı söyleyemem. Tabi açtık şarapları , güneşin batışını izlerken üstünüze afiyet ben iki kadeh şarabı da 10 dakika için de içip, o efkarla kafaya dikince oldum mu çakırkeyif. Bırakın konuşmayı Bozcaada diyemedim ya . Aman ama bir hoşuma gitti o sarhoşluk ki anlatamam . Sadece akşam yemeğinde de içmeyi düşünüyordum ne yazık ki içemedim .Olsun o güneşin batışı ve düşüncelerim bana yetti de arttı. Tabi dilek de dilenirmiş güneş batarken onuda diledim ve son yudumumu içtim.
Akşam olunca Bozcaada sokaklarını arşınladık . Bol bol fotoğraf çektik . Harikaydı o sokaklar , insanlar , kapılar, boyalı boyalı sandalyeler...
Akşamda Faik'in Yeri'ne gittik. Sohbet güzel, dostlar güzel , e benim kafam güzel.Mezeler harika ....Çok eğlendik çok ....Sohbet koyuydu ... Birbirimizi çok uzun yıllardır tanımamıza rağmen sohbetin hiçbir zaman bitmemesi ne hoş bir duygu olduğuna da bu masa da karar verdim.
Sonra yorulduk tabi yol yorgunluğu odalarımıza gittik. Sonra yok vazgeçtik bir grup ve tekrar sokaklara attık kendimizi . Bir düğün vardı ada da onu seyretmeye gittik. Oldukça şaşırdığımız kareleri o düğünde gördük.Kolbastı çalıyor ve kendinden geçmiş , her yeri kapalı , rengarenk kızlar bir kolbastı oynuyorlar aklınız durur. Böyle hissede hissede oynandığını ilk kez gördüm. Şu kolbastı ne acayip bir danstır ya sanki akli dengesini kaybetmiş bir grup insan sahneye çıkmış gibi. Bir de düğünde sunucu vardı . İnsanlar dans ederken " Damadın dayısından çilo" gibi enteresan cümleler kuruyor. Nedir bu çilo derken düşünürken en sonunda anladık , bahşiş demekmiş . Hani zurnacıya verilen cinsten . Bir de DJ Hüseyin vardı ki işte görülmeye değerdi :) .
Ertesi gün güne otelin nefis kahvaltısıyla  merhaba dedik. Sonra ver elini şarap tatma turları . Mini mini kadehlerde şarap denemek ne keyifli bir durumdur yahu . O an bir şişeyi kafaya dikmek için kendini zor tutuyor insan . Şaraplarımızı da alıp büyük bir rahatlama ! yaşadıktan sonra yine yürüyüş turumuza devam ettik.Ve ver elini adanın meşhur cafesi Ada Cafe . Gelincik Şuruplu Sakızlı Muhallebiyi bitmesine üzüle üzüle ama büyük bir keyifle yedim. Yahu nedir benim bu sakız tutkunluğum bilmiyorum . Dondurması , kahvesi ,tatlısı ,reçeli oldu mu dayanamıyorum.
Ve dönüş zamanı geldi . Tam Çanakkale 'den geçiyorduk ki Anzak Koyu ve Conk Bayırı'na gittik. İşte benim kendimi kaybettiğim ve aynı zamanda inanılmaz utandığım anlar burda başladı . Utandım çünkü bu yaşıma kadar buraları görmediğim için , kendimi kaybettim çünkü Türk askerlerinin yaptıkları , Anzak ve İngiliz Komutanlarının Türk askerleri için söyledikleri gözlerimi doldurdu. Hele ki 57.Alay Komutanlığı Şehitliği'nde yatan en büyüğü 25 yaşında olan askerlerimizin can verdiğini görünce bu vatana hainlik yapıp da hala önemli mevkilerde olan kişilere bir kez daha lanet ettim. Atatürk'ümüzün savaşı gözlemlediği , saatinin parçalandığı , askerlerimizin siperlerini gördüğümdeki duygularımı ise kelimelerle ifade edemem .
İşte tüm bu güzellikleri , nefis duyguları bir hafta sonuna sığdırdığımda inanılmaz mutlu olarak İstanbul'a geldim. Uzun süredir bu kadar keyifli zaman geçirmemiştim.
Bozcaada ve Çanakkale unutamadığım yerler ve ilk fırsat da tekrar gideceğim yerler arasına çoktan girdi bile.

Sevgiyle kalın...